İkinci dalga feminizmin kazanımlarının ardından kadınların talep ettiği her şeyi elde ettiği görüşü yaygınlaşmıştır. Buna paralel olarak 1980’lerin sonu/1990’ların başından itibaren, feminizmin artık amacına ulaştığına ve kadınların eşitliğe kavuştuğuna dair medya temsilleri oluşmaya başlamıştır. 2000’lerin kadınlara yönelik filmleri de bu temsillerin en iyi örneklerindendir. Bir yandan kadınların artık istediği her şey olabileceğini vurgularken bir yandan da onların nasıl olması gerektiğinin kurallarını çizer. Bu çalışmada 2000’lerin öne çıkan kadınlara yönelik filmlerinden (chick flicks) biri olan Bu Nasıl Sarışın! (Legally Blonde, Robert Luketic, 2001) filmi Rosalind Gill’in postfeminist medya metinlerini tanımlamak için oluşturduğu kriterlerle incelenecektir. Söz konusu filmin seçiminde gösterime girdiği dönemde gişede elde ettiği başarı, bunun yanında günümüzde hala sosyal medyada üzerine tartışmaların yürütüldüğü bir film olması ve bu filmde kadınların sadece romantik bir ilişkinin içinde tanımlanmayarak; kendi işi, evi, ailesinden veya bir erkekten bağımsız bir hayatı olan, kendi ayakları üzerinde durabilen görece güçlü karakterler olarak temsil edilmesi ayrıca Gill’in kriterlerine göre postfeminist özellikler göstermesi belirleyici olmuştur.
Çalışmanın kavramsal çerçevesini oluşturabilmek için öncelikle kadınlara yönelik filmler üzerine literatürde nasıl tanımlamalar yapıldığını, daha sonra Bu Nasıl Sarışın! filminin kısa bir özetini ardından postfeminizmin ne olduğunu, hangi bilim insanları tarafından nasıl tanımlandığını ve bu çalışmada nasıl kullanılacağını aktarmak yararlı olacaktır. Sonrasında ise Rosalind Gill’in kavramsallaştırmasıyla medya metinlerini postfeminist yapan özellikler Bu Nasıl Sarışın! filmiyle beraber tartışılacaktır.
1. Kadınlara Yönelik Filmler (Chick Flicks) ve Bu Nasıl Sarışın!
Filmler, kadınların belirli bir dönemde bir kültürdeki yerini göstermekte önemli bir yere sahiptir (Ferris & Young, 2008). Postfeminizmin temel medya metinleri olarak kabul edilen kadınlara yönelik filmler (chick flicks), Suzanne Ferris ve Mallory Young (2008) tarafından “kadın izleyicilerin ilgisini çeken, onlara haz veren ticari filmler” şeklinde tanımlanır. Benzer biçimde Lilian Calles Barger (2011) da kadınlara yönelik filmleri “genç şehirli kadınların ilgisini çekme amacında olan yüksek derecede ticari filmler” olarak tanımlar. Kadınlara yönelik filmler, tek bir türe indirgenemez (Ferriss & Young, 2008) ancak çoğunlukla kadın karakterleri ve onların gündelik hayatlarını merkeze alır. 2000’lerin kadınlara yönelik filmlerinde kadınlar iş hayatında yer almakta, bir erkeğe bağımlı olmadan da hayatlarını sürdürebilmektedir. Bu filmlerde kadın karakterler, iş hayatı ve özel hayatlarında kendi seçimlerini yapmakta, kendi kararlarını almaktadır. Ferriss ve Young (2008), kadınlara yönelik filmlerin dişillik, romantik ilişkiler, kız gücü (girl power), kadınların hazları, tüketim kültürü, moda gibi postfeminist estetik değerleri gösterdiğini ifade eder. Bu filmler, bir yandan geleneksel cinsiyeti yeniden üretmekle suçlanır ancak bir yandan da kadınları çağdaş yaşamın problemlerini sorgulamaya iten haz verici ve özgürleştirici eğlence araçları olarak kucaklanır. Bu nedenle, postfeminist filmleri toplumsal cinsiyet bağlamında tamamen pozitif veya tamamen negatif görmek indirgemeci olacaktır (Ferriss ve Young, 2008).
2000’lerin öne çıkan kadınlara yönelik filmlerinden biri de Bu Nasıl Sarışın!’dır. Film moda okulunu yeni bitirmiş, son derece feminen ve neşeli ana karakter Elle Woods’un (Reese Witherspoon), erkek arkadaşı Warner (Matthew Davis) tarafından terk edilmesiyle başlar. Warner, hukuk fakültesine gideceğini, Elle ile çok eğlenceli zaman geçirdiklerini ancak şimdi daha ciddi, evlenebileceği biriyle olması gerektiğini söyler. Bunun üzerine Elle, ciddi biri olabileceğini göstermek ve Warner’ı geri kazanmak için onun gideceği Harvard Hukuk Fakültesi’ne girmek amacıyla uzun süre ders çalışır ve fakülteye kabul edilir. Elle, Warner’ın aynı fakülteden Vivian (Selma Blair) adlı bir kadınla nişanlandığını öğrenir. Vivian’ın düşmanca davranışlarına maruz kalır. Elle, baştan aşağı pembe giyinmesi ve feminen davranışları sebebiyle sınıf arkadaşları tarafından ciddiye alınmaz, alay konusu olur. Derslerinde de başarılıyı yakalayamaz. Warner, Elle’e evine geri dönmesi gerektiğini, hukuk fakültesi için yeterince zeki olmadığını söyler. Bunun üzerine Elle, Warner’ı geri kazanma istediğini bir kenara bırakır. Ciddi bir çaba göstererek ders çalışmaya başlar ve iyi notlar alır. Aynı zamanda kıyafetlerinde pembe rengi azaltmaya, daha göze batmayan şekilde giyinmeye başlar. Profesörü Callahan’ın (Victor Garber) son derece prestijli stajına kabul edilir ve onun ekibiyle beraber bir cinayet davasına bakmaya başlar. Callahan’ın ekibinin avukatlığını yaptığı Brooke (Ali Larter), Elle’in eskiden derslerine katıldığı bir spor eğitmenidir. Elle, Brooke’un güvenini kazanır ve Brooke ona cinayeti işlemediğini çünkü o gün yağlarını aldırmaya gittiğini ancak bu bilgiyi kullanırsa spor eğitmenliği kariyerinin biteceğini, o yüzden masum olduğunu kanıtlamak için başka bir yol bulması gerektiğini söyler. Elle, Brooke’un verdiği bilgiyi kullanmanın kız kardeşlik bağını (bond of sisterhood) bozacağını düşünür. Patronu ve iş arkadaşlarının, özellikle Warner’ın, baskılarına rağmen gerçeği kimseye söylemez. Bu bilgiyi ne pahasına olursa olsun koruması, Vivian’ın hoşuna gider ve Vivian, Elle’e daha yakın davranmaya başlar. Elle’e Warner’ın kendi çamaşırlarını bile yıkayamadığından ve patronun sürekli ondan kahve isterken Warner’dan bir kez bile istemediğinden yakınır. Daha sonra Elle’i odasına çağıran Callahan, ona kariyerinde iyi yerlere gelebileceğini söyler ve hemen ardından Elle’e cinsel saldırıda bulunur. Bunun üzerine Elle okulu bırakma kararı alır. Güzellik salonunda çalışan arkadaşlarına veda etmek için oraya gider ve bu kararını ağlayarak anlatır. O sırada güzellik salonunda, fakülteden bir başka profesörü olan Stromwell’e (Holland Taylor) rastlar. Profesör Stromwell, Elle’e pes etmemesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Elle okulu bırakmaktan vazgeçer, Brooke’la konuşup davayı iş arkadaşı Emmett’ın (Luke Wilson) gözetiminde kendi üzerine alır. Kıyafetlerinde yeniden pembe rengi kullanmaya başlar. Harvard Hukuk Fakültesi’ne başladığından beri okul ve iş arkadaşları tarafından küçümsenen feminenliğiyle ilgili bilgilerini kullanarak davayı kazanır. Davadan sonra Warner, Elle’in yanına gider ve onunla tekrar birlikte olmak istediğini söyler. Elle ise Warner’ın onu daha önce reddettiği gibi birliktelik teklifini reddeder. Filmin sonunda Elle, Harvard Hukuk Fakültesi’nden birincilikle mezun olur.
2. Postfeminizm
Literatürde postfeminizm birçok farklı şekilde kullanılsa da bu çalışmada feminist ve antifeminist öğeleri bir arada bulunduran, tüketimi vurgulayan ve medya metinlerinde sıklıkla görülebilen bir duyarlılık (sensibility) olarak (Gill, 2007) ele alınacaktır. Feminist öğelerden kastedilen, verili toplumsal cinsiyet rollerini yıkan, cinsiyetinden bağımsız olarak insanların eşit toplumsal ve siyasi hakları olduğunu savunan, kadınların cinsiyetleri sebebiyle uğradıkları ayrımcılığa ve karşılaştıkları problemlere vurgu yapan öğelerdir. Antifeminist öğeler ise, özcü cinsiyet anlayışına sahip, kadınların gerçek mutluluğu bulmasının tek yolunun heteroseksüel bir ilişki olduğunu iddia eden, kadınların sürekli kendini denetlemesi ve gözetlemesi gerektiğine vurgu yapan, bir kadının en değerli özelliğinin dış görünüşü olduğunu ima eden öğeler olarak tanımlanabilir. Postfeminist metinler, feminist ve antifeminist öğeleri aynı metinde bulundurmasının yanı sıra, tüketimin kadın kimliğini inşa etmede ve kadınları güçlendirmede bir araç olarak kullanımını vurgulayan; beyaz, güzellik ideallerine uygun, orta-üst sınıf tek bir kadın temsili içeren; toplumsal cinsiyet eşitliğinin zaten sağlandığını ima eden öğeler içerir.
Rosalind Gill’in (2007) de üzerinde durduğu gibi postfeminizm, popüler medya metinlerinde o kadar çok görülebilir ki, medyada artık postfeminist bir kültür oluşmuştur. Bu kültür merkezine kız kültürünü (chick culture/girlie culture/girl culture) alır (Ferris ve Young, 2008; Tasker & Negra, 2007). Makyaj malzemeleri, tasarımcı kıyafetleri, kadın dergileri gibi kız kültürüne özgü, kadınlara yönelik üretilmiş tüketim nesnelerini barındırır. Bu Nasıl Sarışın!’da da görülebileceği gibi postfeminist medya kültürüne özgü filmler, televizyon programları ve dergiler feminen metaların tüketimini teşvik eder. Bedene önemli ölçüde takıntılı olan postfeminist medya kültürü (Gill, 2007), bu metaların kullanımıyla beden güzellik ideallerine yaklaştığında sadece kişinin dış görünüşünün değil, karakterinin de değişip gelişeceğini vurgular. Bu açılardan neoliberalizme eklemlenir (Radner, 2011). Öyle ki Hilary Radner (2011), kadınlara yönelik filmlerin, feminizmle çok az bağlantısı olduğunu ve feminizmden çok neoliberalizmle ilişkilendirilebilceğini ifade ederek bu filmleri tanımlamak için “neofeminizm” kavramının kullanılmasının daha uygun olacağından söz eder. Neoliberalizm, Catherine Rottenberg (2014) tarafından: “devletin yönetilmesinden öznenin iç yönetimine kadar ulaşan, bireyleri normatif şekilde girişimci failler olarak inşa eden başat politik bir rasyonalite” olarak tanımlanmıştır. Nancy Fraser (2013), feminizm ve neoliberalizmin iç içe geçmesinin sebebinin, ikinci dalga feminizmin materyalizm eleştirisini sürdürmedeki başarısızlığı olduğunu iddia etse de, Rottenberg buna katılmaz ve bu yükün ikinci dalga feminizmin omuzlarına yüklenmemesi gerektiğini belirtir. Rottenberg’e göre, neoliberalizm ve feminizmin birleşmesi klasik liberal feminizmin içini boşaltarak yeni bir tür feminizm üretmektedir. Bunun amacı ise klasik liberal feminizmin, liberal demokrasinin çelişkilerini vurgulama potansiyelini engellemek ve böylelikle neoliberal rasyonaliteyi ve emperyalist mantığı sağlama almaktır. Klasik liberal feminizmin aksine, neoliberal feminizmin neoliberal düzenle ilgili bir eleştirisi yoktur. Neoliberal feminizm; eşitlik, fırsat, seçim özgürlüğü gibi anahtar kelimeler kullanır ancak onların içeriğini değiştirir. Böylelikle neoliberal feminizm, bireyselleşmiş ve girişimci bir feminist özne üretir. Yaratılan neoliberal feminist özne eşitsizliği üreten toplumsal, kültürel ve ekonomik güçlere dikkat çekmez ve kendi refah ve kişisel bakımının sorumluluğunu kendi üzerine alır. Bunun yolu ise aile ve iş hayatını dengeleyebilen bir kadın özne olmaktır. Yani neoliberal feminist özne, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yapısal bir problemden bireysel bir sorumluluğa dönüştürür (Rottenberg, 2014).
Rosalind Gill postfeminizm terimini analitik amaçlarla kullanmamız için en azından bir metni postfeminist yapan kriterleri belirtmemiz gerektiğini öne sürer. Gill: “Bir metni postfeminist yapan nedir, bir araştırmacının herhangi bir metni postfeminist olarak etiketleyebilmesi için metnin hangi özellikleri barındırması gerekir?” sorularını sorar. Ona göre bir metni postfeminist olarak inşa eden kriterler şunlardır:
- Bedensel mülkiyet olarak dişillik
- Kültürün belirgin bir şekilde cinselleştirilmesi
- Bireyselliğin, seçimin ve güçlenmenin vurgulanması
- Nesneleştirmeden özneleştirme kayış
- Kendini gözetleme, denetleme ve disiplin etme
- Baştan yaratılma (makeover) paradigması
- Doğal cinsel farklılıklar fikrinin yeniden canlandırılması
- Tüketimciliğin ve metalaştırmanın vurgulanması
- Feminist ve antifeminist temaların bir arada bulunması
Bu kriterlerden bedensel mülkiyet olarak dişillik; kendini gözetleme, denetleme ve disiplin etme; bireyselliği, bireyselliğin, seçimin ve güçlenmenin vurgulanması; kültürün belirgin bir şekilde cinselleştirilmesi; tüketimciliğin ve metalaştırmanın vurgulanması ve feminist ve antifeminist temaların bir arada bulunması Bu Nasıl Sarışın!’da bulunmaktadır. Bu sebeple söz konusu özellikler Bu Nasıl Sarışın!’ın incelenmesinde kullanılacaktır.
3. Bedensel mülkiyet olarak dişillik
Postfeminist medya kültürü, bedene önemli ölçüde takıntılıdır. 2000’lerin medyasında dişillik; şefkatliliği, anaçlığı veya anneliği merkezine almaz. Bunun yerine “seksi beden” sahibi olmayı merkezine alır. Buna sahip olmak, kadınlar için kilit bir kimlik oluşturma kaynağı haline gelmiştir (Gill, 2007). Seksi beden güç kaynağıdır. Ancak aynı zamanda sürekli denetlenmeyi, yeniden şekillendirilmeyi dolayısıyla da bunları yerine getirmek için tüketim yapmayı gerektirir (Gill, 2007).
Bu Nasıl Sarışın!’da Elle’in dişilliği mülkiyet olarak kullandığı görülebilmektedir. Harvard Hukuk Fakültesine başvururken niyet mektubu yazmak yerine bir video çekmeye karar verir. Videonun büyük bir kısmında bikiniyledir. Bir yandan başarılarını anlatırken bir yandan havuz kenarında poz verir. Daha sonra, Harvard Hukuk Fakültesi’ne kabul edilip Warner’la aynı yerde eğitim görmeye başlar. Onunla yeniden birlikte olmak istemektedir. Warner’ın futbol maçını izlemeye gider ve üzerinde yine bir bikini üstü ve şort vardır. Bu sebeplerle, Elle’in istediklerini elde etmek için bedeninin seksiliğini güç kaynağı olarak kullandığı söylenebilir.
Benzer bir örnek, Elle’in güzellik salonunda manikürcü Paulette (Jennifer Coolidge) ile Warner’ın nişanlanması hakkında konuşmasında görülebilir. Paulette, Elle’in çok güzel bir kadın olmasına rağmen bir erkeği elinde tutamadığına şaşırır ve o zaman “kendisi gibilerin” hiçbir şansı olmadığını ifade eder. Paulette, eşinin onu başka bir kadınla birlikte olmak için terk ettiğini anlatırken bunun kaçınılmaz olduğunu çünkü “orta yaşlı, kalçasında çatlaklar olan şişman bir kadın” olduğunu öne sürer. Paulette, kendisinin ve Elle’in değerini idealize edilmiş güzellik standartlarına uygunlukla ölçerek kadınların kimliğini bedeni üzerinden belirleyen postfeminist söylemi yeniden üretir.
4. Kültürün cinselleştirilmesi
Bedene olan bu ilgi, kültürün cinselleştirilmesiyle de yakından ilişkilidir (Gill, 2007). Gill cinselleştirmeyi iki anlamda kullanılır; bütün medya formlarında seksle ilgili söylemlerin artış göstermesi ve genç kızların, kadınların ve daha az sayıda da olsa erkeklerin bedenlerinin erotik bir şekilde sunulması. Buna örnek olarak “porno şıklığı (porn chic)” diye adlandırdığı baskın bir temsilden bahseder. Ticari amaçlar güden kıyafet markalarının oldukça genç kızlar için g-stringler, göbeği açık bluzlar ve provokatif sloganlı veya Playboy tavşanı logolu kıyafetler satılmasını buna örnek olarak verir.
Bu Nasıl Sarışın!’da kültürün cinselleştirilmesine dair bir örnek Gill’in yukarıda söz ettiği Playboy tavşanının kullanımıyla verilebilir. Elle, Vivian’ın partisine giderken kostüm olarak pembe bir Playboy tavşanını seçmiştir.
5. Bireysellik, seçim ve güçlenme
Seçim, “kendin olma” ve “kendini mutlu etme” kavramları, medyadaki postfeminist duyarlılığın merkezindedir (Gill, 2007). Bu bireyselcilik kavramı, “özel olan politiktir” duruşunu tam tersine çevirerek cinsiyetçilik, ırkçılık, ev içi şiddet, homofobi gibi sorunları kişisel meselelermiş gibi ele alır (Gill, 2007). Medya kültüründeki postfeminist duyarlılığın başka bir özeliği de politika veya kültürel etki kavramlarından neredeyse tamamen kaçınmasıdır. Hayattaki her şey bireysel seçim ve kararlılık ile yapılabilirmiş gibi gözükür (Gill, 2007).
Bütün pratiklerin özgür bir şekilde seçildiği düşüncesi postfeminist söylemlerin merkezindedir. Kadınları hiçbir eşitsizlik ya da iktidar dengesizliği tarafından kısıtlanmamış bağımsız failler olarak sunar (Gill, 2007). Gill: “Kadınlar eğer sadece kendilerini mutlu ediyor ve bağımsız faillikleri tarafından oluşturulmuş arzularını takip ediyorlarsa neden sonuç bu kadar birbirine benzerdir? Neden amaç hep kılsız bir beden, ince bir bel, sıkı bir kalçaya ulaşmaktır?” sorularını sorar. Aynı zamanda postfeminist söylemler, temsil ve öznellik arasındaki ilişkiyi tartışmaktan kaçınır. Gill (2007),y oplumsal olarak inşa edilmiş, kitlesel iletişim araçlarıyla yayılmış standartlardan hangilerinin içselleştirildiği sorusunu sormamız gerektiğini öne sürer.
Filmde bunun en açık örneği Elle’in profesörü/patronu Callahan tarafından cinsel saldırıya uğradığında bunu herhangi bir yere bildirmemesi veya daha büyük bir sorunun parçası olarak görmemesidir. Onun yerine sadece dış görünüşü için işe alındığını düşünüp hayal kırıklığına uğrar ve zekasından çok dış görünüşüyle değerlendirildiği için üzülür. Yani bir bakıma, bu olayın başına çekici, feminen bir kadın olduğu için geldiğini ima etmiş olur. Benzer şekilde, Harvard’da “fazla feminen” olduğu için ona yapılan ayrımcılığı hiçbir şekilde cinsiyetçilikle bağdaştırmaz.
Elle’in Harvard Hukuk Fakültesi’ne gitmeye karar verdiğinde çok ders çalıştıktan yani bireysel azim ve kararlılığının sonucu olarak bunu başardığını görürüz. Ancak Elle eğer üst sınıfa değil de işçi sınıfına veya orta sınıfa mensup olsaydı, ne kadar ders çalışıp çabalamış olursa olsun Harvard’ın okul ücretini ödeyebilmesi pek de mümkün olmazdı. Yani filmdeki temsilden ziyade bireyselliğin ve seçimin insanların hayatına etkisi yalnızca bir yere kadar olabilir.
6. Kendini gözetleme, denetleme ve disiplin etme
Kendini gözetleme, denetleme ve disiplin etmenin bireysel seçimle yakından ilişkisi vardır. Kendini denetlemek ve gözetlemek dişilliğin başarılı bir şekilde performe edilmesi için uzun zamandır bir gereklilik olmuştur (Gill, 2007). Üst sınıf beyaz ideallere yaklaşmak için doğru bir şekilde hazırlanmak, giyinmek, konuşmak ve doğru tavırları takınmak gereklidir. Kadın dergilerinde dişillik her zaman bazı şartlara bağlı bir şekilde temsil edilir. Sürekli olarak dikkat ve üzerinde çalışma gerektirir (Gill, 2007). Kırışıklıklar, sivilceler, lekeler gizlenmeli; sözde fazla kilolar verilmeli; makyaj, saç ve kıyafetler modaya uygun olmalıdır.
Gill’e (2007) göre dönemi postfeminist olarak tanımlayan üç adet karakterize edici özellik vardır. Birincisi, kişinin kendini denetlemesinde yani kadınların belirli bir düzene sokulmasında çok büyük bir artış olmasıdır. İkincisi, hayatın tamamen yeni alanlarına ve yakın ilişkilerine kadar uzanan ekstrem bir denetleme yapılmasıdır. Üçüncüsü, kişinin kendini dönüştürmesi ve iç hayatını yeniden şekillendirmesine psikolojik bir yaklaşımla odaklanılmasıdır.
Postfeminist medya kültüründe bu denetlemeleri konu alan ve bunları “eğlenceli” “kendini şımartan” pratikler olarak gösteren metinler bulunmaktadır (Gill, 2007). Bu metinler bir kadının nasıl olması gerektiğine dair çok katı standartlar çizmektedir. Hem beden hem de kişilik olarak en makbul dişilliğe ulaşmalarını hedeflemektedir. Gill, yakın ilişkilerin denetlenmesine şöyle bir örnek verir; söz konusu kadın dergilerinde bir erkekle (olasılığın sadece bir erkek olması da heteronormativenin göstergesidir) flört ederken ona kaç dakika sonra cevap vermesi gerektiğinin bile kurallarından bahsedilmektedir, bu kadar küçük bir şey bile denetlemeye tabidir.
Bu Nasıl Sarışın! kendini gözetleme, denetleme ve disiplin etmenin açık bir şekilde görülebildiği filmlerden biridir. Elle, Harvard Hukuk Fakültesi’nin zorlu derslerinin arasında bile buna ara vermemektedir. Onu birçok sahnede bir yandan bedenini kontrol altında tutup bir yandan da ders çalışırken görürüz. Örneğin koşu bandında koşarken önünde bir kitap vardır ve aynı anda onu okumaktadır. Ya da kuaförde saçları yapılırken bir yandan ders çalışır. Benzer şekilde Warner’dan ayrıldıktan bir hafta sonra arkadaşları Elle’e müdahale ederek onu güzellik salonuna götürür. Çünkü Elle’in bir haftadır saçını ve tırnaklarını yaptırmamış olması onlar için dehşet vericidir. Ayrıca güzellik salonuna gitmenin Elle’e kendini iyi hissettireceğini öne sürerler. Yani Gill’in de yukarıda bahsettiği gibi; kendini denetleme, gözetleme ve disiplin etme, kendini şımartmak ve mutlu etmek anlamlarına gelmektedir. İyi görünmek iyi hissetmek için bir araçtır.
7. Tüketimciliğin ve metalaştırmanın vurgulanması
Gill’in yukarıdan sözünü ettiği bütün kriterler, aynı zamanda tüketimcilikle de ilişkilidir. Dişilliğin başarılı bir şekilde performe edilmesi için doğru metalara ulaşmak gereklidir. Bedenin denetlenmesi, gözetlenmesi, disiplin edilmesi ve seksi güç olarak kullanılması için de sürekli tüketim yapmak gereklidir. Yani postfeminist kültürde makbul kadın kimliğinin oluşturulması ancak tüketimle mümkün olmaktadır.
Filmde Elle’i de sürekli tüketim yaparken görmekteyiz. Filmin başında Warner’ın ona evlenme teklif edeceğini düşündüğü için “doğru elbiseyi” bulmak amacıyla alışverişe gider. Daha sonra Callahan’ın stajına kabul aldığını öğrendiğinde söylediği ilk şey “Alışverişe gitmem lazım,”dır. Elle’i halihazırda sık sık güzellik salonunda görürüz. Hapishanede Brooke’u ziyaret ettiğinde ona birçok şey götürür ancak en önemlisi “İncil” diye bahsettiği Cosmopolitan dergisidir.
Kadınlara yönelik filmleri postfeminist yerine neofeminist olarak nitelendiren Hilary Radner’a göre neofeminist paradigma, kadınların kimlik oluşturma ve kendini ifade etmek için tüketim kültürüne başvurması gerekliliğini pekiştirir (2011). Radner, Bu Nasıl Sarışın!’ı neofeminizm bağlamında inceler. Filmin tüketim kültürünün önemini ve ondan alınan hazzı vurgularken, erkeklerin dünyasında kadın olma açmazını yumuşattığı ve duygusallaştırdığını ileri sürer. Vizyona girişiyle beraber filmde tüketimin nasıl teşvik edildiğini gösterir. Örneğin sarışınlığın kadınları güçlendirici bir seçim olarak vurgulanmasının bir pazarlama stratejisi olduğunu ifade eder. Elle, Cosmopolitan dergisinden öğrendiği bilgiler ile ilk önemli davasını kazanır. Radner, Elle’in kıyafetleri, saçı ve stili bir güçlenme aracı olarak kullanılır. Lüks markaları uygun fiyatlı parçalarla kombinleyerek izleyiciye, lüks markaya ait sadece birkaç parçası olmasının yeterli olduğu mesajını verdiğini, böylelikle lüks markaların alıcı pazarını genişlettiğini öne sürer (Radner, 2011).
8. Feminizm ve Antifeminizm
2000’lerin medyasını 1960’lar ve 1970’lerin medyasından farklı yapan en belirgin özellik, artık feminizmin kültürel alanın bir parçası olmasıdır (Gill, 2007). Bu sebeple medyada feminist söylemler de ifade bulabilmektedir. Ancak medyanın feministleştiğini söylemek hata olacaktır (Gill, 2007). Medya daha ziyade çelişkili bazı inşalar sunmaktadır.
2000’lerin medyasını antifeministten ziyada postfeminist yapan şey, hem feminist hem antifeminist düşüncelerin bir arada görülebilmesidir.
Bu Nasıl Sarışın! da hem feminist hem antifeminist öğelerin rahatlıkla görülebileceği bir filmdir. Yukarıda söz edilen bütün antifeminist özelliklere karşın filmde feminist olarak nitelendirilebilecek öğeler de oldukça fazladır. Kadınlar birbirinin düşmanı olarak değil, birbirlerini destekleyen kız kardeşler olarak temsil edilir. Elle, patronu ısrar etmesine rağmen Brooke’a kız kardeşlik bağıyla söz verdiğini ve cinayet günü nerede olduğunu anlatamayacağını söyler. İlk başta Vivian ve Elle’in ilişkisi bir erkek için rekabet eden düşmanlarmış gibi çizilirse de, daha sonra aralarındaki bu düşmanlık son bulur, hatta ikisi de Warner’la birlikte olmak istemez. “Evlenilecek kızlar/eğlenilecek kızlar” ikiliği ve kadınların sadece ya güzel ya zeki olabileceği stereotipi yıkılır. Filmde bedenin denetlenmesi, gözetlenmesi ve disiplin edilmesinin birçok örneğini görmemize rağmen spor eğitmenliği yapan Brooke, Elle’e yağlarını aldırdığını itiraf ettikten sonra “Hangi normal kadının böyle kalçası olabilir ki?!” diye isyan eder. Böylece sürekli spor yapan, 20li yaşlarında bir kadının bile toplumun güzellik standartlarına ulaşmasının ne kadar zor olduğu vurgulanır.
Bu Nasıl Sarışın!’ı pembe rengin geri dönüşü ve üçüncü dalga feminizm bağlamlarında inceleyen Carol M. Dole (2008), filmde “Kadınlar, kızsal zevkleri bir yana bırakılıp maskülen davranışlar benimsemeden de kariyer sahibi olabilir mi?” sorusunun sıklıkla vurgulandığını ifade eder. Dole üçüncü dalga feminizmin, feminenliği de benimsediğini, kadınların istediği gibi feminen olmasının da feminist bir hareket olduğunu savunduğunu ifade eder. Dole’a göre Elle oldukça feminen olmasına rağmen ikinci dalga feministlerle, her sosyal sınıftan kadına destek olması, cinsel tacizle karşılaşınca kendini savunması gibi bazı ortak özellikler göstermektedir (2008). Ayrıca Dole, feminenliğin kucaklanmasının yanı sıra farklı sınıflardan kadınların bir araya geldiği bir kız kardeşlik temsil ederek üçüncü dalga feminizmle örtüştüğünü öne sürer.
Sonuç
Bu Nasıl Sarışın!, Gill’in bir metni postfeminist yapan kriterlerine göre incelendiğinde bu kriterlerin birçoğunun filmde görüldüğü bulgusuna ulaşılmıştır. Bu Nasıl Sarışın! bedensel mülkiyet olarak dişilliğin kullanılması; kültürün cinselleştirilmesi; bireysellik, seçim ve güçlenmenin vurgulanması; kadınların kendilerini gözetlemesi, denetlemesi ve disiplin etmesi; tüketimciliğin ve metalaştırmanın vurgulanması; feminist ve antifeminist öğelerin iç içe geçmesiyle kadınlara yönelik postfeminist filmlerin iyi bir örneğidir. Bu kriterle filmin incelenmesi, postfeminist metinlerin toplumsal cinsiyet bağlamında ne kadar karmaşık bir içeriğe sahip olduğunu göstermektedir. İçerisinde birçok antifeminist öğe bulundurmasına karşın görmezden gelinemeyecek kadar feminist öğe de içermektedir. Bu sebeple, Ferriss ve Young’ın da belirttiği gibi (2008), kadınlara yönelik postfeminist filmleri, toplumsal cinsiyet bağlamında tamamen pozitif veya tamamen negatif olarak nitelendirmemek gereklidir.
Kaynakça:
Barger, L. C. (2011). Backlash: From Nine To Five to The Devil Wears Prada. Women’s Studies, 40(3), 336–350. https://doi.org/10.1080/00497878.2011.553574
Dole, C. M. (2008). The return of pink: Legally Blonde, third-wave feminism, and having it all. içinde S. Ferriss & M. Young (Ed.), Chick flicks contemporary women at the movies (s. 58-78). New York: Routledge.
Ferriss, S., & Young, M. (2008). Chick flicks and chick culture. içinde S. Ferriss & M. Young (Ed.), Chick flicks contemporary women at the movies (s. 1-25). New York: Routledge.
Fraser, N. (2013) Fortunes of Feminism: From State-managed Capitalism to Neoliberal Crisis, London, Verso Books.
Gill, R. (2007). Postfeminist media culture. European Journal of Cultural Studies, 10(2), 147–166. https://doi.org/10.1177/1367549407075898
Luketic, R. (2001). Legally Blonde. Metro-Goldwyn-Mayer Distributing Corporation (MGM).
Radner, H. (2011). Neo-feminist cinema: Girly films, chick flicks and consumer culture. New York: Routledge.
Rottenberg, C. (2014). The Rise of Neoliberal Feminism. Cultural Studies, 28(3), 418–437. doi: 10.1080/09502386.2013.857361
Tasker, Y. & Negra, D. (2007). Feminist Politics and Postfeminist Culture. içinde Tasker, Y. & Negra, D. (Ed.). Interrogating Postfeminism: gender and politics in popular culture (s. 1-25) Durham: Duke University Press.
*Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Bilimleri Yüksek Lisans Programı “Feminist Teori ve Medya” dersi kapsamında dönem sonu ödevi olarak hazırlanmıştır.