Tüm yasaklamalara, karalamalara, yönetenler eliyle gelen engellemelere rağmen feminist hareket giderek güçleniyor. Giderek artan baskıya kadınlar giderek daha coşkulu ve direngen bir şekilde cevap veriyor. Geçtiğimiz 8 Mart’ta da bunun anlamlı bir örneğini yaşadık. Umudumuzun hepten tazelendiği feminist gece yürüyüşünün ardından açılan bu blog da “feminist mevzular” üzerine düşünüp yazacağımız yepyeni bir alan sağlamasıyla heyecanıma heyecan katıyor. Üstelik akademiyle ilişkide olmakla beraber, daha özgür ve esnek bir dil kurabileceğimiz/bulabileceğimiz bir alan olmasıyla da değerli. Ben de halen çalışmalarını sürdürdüğüm yüksek lisans tezimden bahsedeceğim bu yazıyla kendi adıma bir başlangıç yapıyorum. Kutlu olsun!

Son yıllarda feminizm sadece sokakta güçlenmekle kalmıyor. Yeni medyada, sinemada, popüler dergilerde, reklamlarda, moda dünyasında, ünlüler arasında çeşitli şekillerde feminist söylem üretiliyor. Odağımızı Batıya çevirirsek, bugün feminizmin giderek popülerleştiğini ve “feminist” kelimesini de kullanarak, kimliğin toplumsal kabulünün arttığını net bir şekilde söyleyebiliyoruz. Postfeminist dönemde geleneksel, demode ve fazla radikal olmakla itham edilerek reddedilen feminist kimlik gündelik hayatın her köşesinde karşımıza çıkmaya başladı.

2014 yılı popüler feminizm için verimli bir yıldı. Harry Potter filmlerindeki bilge ve cesur Hermione karakteriyle tanıdığımız Emma Watson’ın o yıl Birleşmiş Milletler zirvesinde feminist olduğunu açıkladığı ve HeForShe’yi tanıttığı konuşması büyük etki yarattı. Nijeryalı yazar Chimamanda Ngozi Adichie’nin “Hepimiz Feminist Olmalıyız” başlıklı TED konuşması da öyle. İkisi de popüler mecralarda feminist ikonlar haline geldi. Hatta Emma Watson, konuşmasının hemen ardından Elle UK dergisinin kapağında “feminizmin yeni yüzü” olarak anıldı. Popüler feminizmin bir başka ikonu da elbette Beyoncé oldu. Aynı yıl MTV müzik ödüllerinde dev puntolarla “FEMİNİST” kelimesinin önünde verdiği konser, sosyal medyada milyonlarca kez paylaşıldı. ABD’de feminizmin yaşadığı bu önemli anlarla birlikte ünlüler birbiri ardına feminist olduğunu herkese ilan etmeye ve bu yönde çeşitli kampanyalar yapmaya başladı.

2017’de ise Trump’ın başkan seçilmesi ABD’li kadınları bu kez sokağa döktü. Kadın düşmanı yönetime karşı Washington’da düzenlenen Women’s March etkinliğine yüzbinlerce kişi katıldı. Etkinlikte konuşma yapan veya konser veren Madonna, Alicia Keys, Scarlet Johanson gibi ünlüler; hareketin sosyal medyadan dünyaya yayılmasında elbette etkili oldu. Fakat feminist aktivizmin son yıllarda en çok ses getiren ve dünyayı saran örneği, #MeToo hareketi oldu. 2017’de Twitter’da onlarca kadının birbiri ardına Hollywood’un ünlü yapımcısı Harvey Weinstein’ı cinsel saldırıyla suçlamasının ardından birçok kadın sosyal medyada taciz ve tecavüz hikayelerini anlatmaya, failler ifşa edilmeye başladı. Kevin Spacey, Dustin Hoffman, Louis C. K., Ben Affleck gibi ünlüler taciz ve tecavüz suçlarıyla kitlesel bir tepki alarak Hollywood’daki kariyerlerini sürdüremez oldu, birçoğuna dava açıldı.

İlk günden yüzbinlerce kez kullanılan #MeToo etiketi uzun bir süre gündemden düşmedi ve hareket çığ gibi büyüyerek Hollywood sınırlarını aştı. Türkiye’ye de #SendeAnlat etiketiyle yayıldı ve kadınlar karşılaştıkları şiddeti sosyal medyada paylaşmaya ve faili ifşa etmeye başladı. “Me Too” hareketinin hemen arkasından yine Hollywood’un ünlü kadın oyuncuları 2018’de “Time’s Up” diye bir hareket başlatarak bu kez eşit işe eşit ücret talebini dile getirdi. Natalie Portman, Emma Stone, Kate Blanchett, Lena Dunham, Emma Watson, Oprah Winfrey, Jennifer Lawrence ve daha pek çok ünlünün öncülük ettiği bu hareket için 2018 Altın Küre Ödüllerinde tüm kadınlar siyah kıyafetler içinde, feminist söylemlerini ödül konuşmalarına taşıdı. Birçok ünlü kadın aynı statüde çalıştıkları erkek iş arkadaşlarından daha düşük ücret aldıkları için projelerinden çekilme kararı aldı.

Feminizmin özellikle ABD’de bu kadar popülerleşmesi, tüketim kültürünün bir parçası haline gelmesini de beraberinde getirdi. Piyasa, “femvertising” adı verilen reklamlarla feminizmi bir pazarlama stratejisi haline getirdi. Nil Karaibrahimgil’in “kız gibi yap” diye şarkı söylediği Orkid reklamı, “Bizi böyle bilin” sloganıyla toplumsal cinsiyet kalıplarını yıkan Nike reklamı, beden çeşitliliğini vurgulayan “She’s a Lady” başlıklı H&M reklamı bir yandan kadınlara ilham verirken diğer yandan feminizmi metalaştırıyor. Doğrudan feminist kampanyalar bile markalaştırılarak piyasada bir ürün haline geldi. Lüks modaevlerinden hızlı moda endüstrisine kadar moda dünyasının hemen her alanı da feminizmle hiç olmadığı kadar sıkı bir ilişki kurdu. 2015’te Chanel defilesi sırasında modeller ellerinde “HeForShe”, “Ladies First”, “History Is Her Story” gibi sloganlar yazan dövizlerle yürüdü. 2017 yılının en popüler parçası, üzerinde “We Should All Be Feminists” yazan Dior marka tişört oldu ve en çok da 710 dolara satılmasıyla dikkat çekti. Benzer şekilde, Parabal Gurung da defilesinde yüksek fiyatlara sattığı feminist sloganlı tişörtler sergiledi. Feminizm tüketim kültürüne o kadar sindi ki, bugün bardaktan iç çamaşırına, paspastan duş perdesine kadar gündelik hayatta kullanılan neredeyse her şeyin “feminizm damgalı” versiyonlarını satın alabilirsiniz.

ABD’de feminizmin en popüler görünümleri sinemada da karşımıza çıkıyor. Erkek egemen bir alan olan süper kahraman filmlerinde/dizilerinde kadın görünürlüğü artıyor ve kadın süper kahramanlarla çekilen yeni film ve diziler feminizmin popülerleşmesinde etkili oluyor. Nitekim ABD’nin en çok kullanılan sözlüğü Mariam-Webster, 2017 yılının en çok aratılan kelimesinin “feminizm” olduğunu açıklamış ve bunun sebebini de Hollywood oyuncularının cinsel suçlara yönelik başlattıkları ve dünya çapında ses getiren sosyal medya kampanyalarının yanı sıra, Wonder Women ve Handmaid’s Tale gibi kadın odaklı film ve dizileri gösterdi. ABD’ye baktığımızda feminizmin popüler kültür haline geldiğini gösteren daha onlarca örnek bulabiliriz. Türkiye’de de kadınlar ve kadınlık üzerindeki baskı çok daha belirgin olmasına ve yükselen kadın düşmanlığı ve anti-feminizme rağmen popüler kültürde feminist söylemlere artık daha sık rastlıyoruz. Daha sosyal medyada feminizmin nasıl yer bulduğundan; feminist kampanyalardan, bloglardan, Instagram hesaplarından bahsetmiyorum bile!

Son yıllarda feminizmin şöhret kültürü ve tüketim kültürüyle üretilen versiyonlarının bu denli popülerleşmesini; bugün Latin Amerika’da taban örgütlenmesiyle “dünyayı durduran” kadınlarla, Türkiye’de daha birkaç gün önce alanları terk etmeyen kadınlarla, üçüncü dünya ülkelerinde “feminist” sloganlı tişörtleri üreten işçi kadınlarla ve popüler kültürde daha az temsil bulabilen veya temsil bulamayan “öteki” kadınlarla birlikte düşünmek gerektiğine inanıyorum. Bugün birden fazla ve zaman zaman birbiriyle çelişen feminizmin olduğunu düşünürsek; “popüler feminizm” dediğimiz şeyin de sabit olmadığını, sürekli değiştiğini hatırda tutmaya çalışıyorum. Bununla birlikte, kesişimsel bir feminizm için bugün ne kadar zor olursa olsun, feminizmi içeriden eleştirmeyi, feminizmin farklı biçimlerine eleştirel bakabilmeyi, neoliberal değerlerin ayırdına varabilmeyi de kritik buluyorum. Bu bakış açısıyla baktığımda, yüksek lisans tezim için “Son yıllarda popüler feminizm, feminizmi nasıl ele alıyor? Nasıl bir feminist özne inşa ediyor? Ne gibi söylemler üretiyor? Neoliberal değerlerle nasıl bir ilişki içinde?” gibi sorularla yola çıktım. Şöhret kültürü ve tüketim kültürüyle bağlantılı olan popüler feminist söylemlere bakmak istediğimden, bu soruların cevaplarını arayacağım malzeme olarak Vogue, Harper’s Bazaar, Elle ve Cosmopolitan dergilerinin ABD ve Türkiye versiyonlarının 2014’ten sonraki online içeriklerini seçtim. Hem ABD’de hem Türkiye’de yayın yapması, popüler kültürde belirgin bir yere sahip olması ve feminizmin bu ürünlerde farklı biçimlerde yer bularak mücadele alanı yaratması bu dergileri çalışmama dahil etmemin başlıca sebepleri. Sorduğum sorular da yöntemi kendiliğinden çağırdı: içerik analizi ve eleştirel söylem çözümlemesi.

Türkiye’deki literatüre bakıldığında, postfeminizm ve popüler feminizm üzerine yapılmış çalışmalar oldukça kısıtlı ve güncel olmaktan uzak. Süheyla Kırca Schroeder, Popüler Feminizm: Türkiye ve Britanya Dergileri (2007) adlı çalışmasında benzer bir yol izlemişti ancak son on yılın popülerleşen feminizmi; özellikle ABD’de kimliğin daha fazla kadın tarafından kabul edilmesini getirmesi, neoliberal söylemler üretmesi gibi sebeplerle güncel tartışmalarla ele alınmayı gerektiren bir mevzu haline geldi. Dolayısıyla, çalışmamın Türkiye’de popüler feminizm üzerine güncel bir kaynak olmasını ve feminizmin çeşitli biçimlerini; ürettiği farklı söylemleri ve özneleri birlikte düşünen, otantik bir feminizm iddiası taşımadan eleştirel bakılabilen bir tartışma zemini oluşturmasını umuyorum.