Survivor, dünyanın gerçek bir ölüm kalım savaşı verdiği günlerde, nicedir kurmuş olduğu hayatta kalma simülasyonuna devam ediyor. Hem de dünyanın yaşadığı sarsıcı tecrübeden çok daha şanslı biçimde, pandemiden uzak, Dominik’in ücra bir köşesinde. Üstümüze çöken paniği endişeyi dağıtmaya çalışırken ve herhangi bir zihinsel işlev görmekte zorlanırken gündemi değiştirmek için Survivor oldukça işlevsel. Televizyon kumandasına eliniz gittiği anda mutlaka denk geleceğiniz “hayat memat meselesi”nin Acun Medya’nın ekranlarını neredeyse 7/24 işgal etmesi şu tuhaf günlerde şahsen çok da şikayet ettiğim bir şey değil.
-Yeni başlayanlar için oyunun açık ve örtük kuralları (ya da Survivor 101)-
Oyun basitçe iki takımdan oluşan yarışmacıların, belli parkurlarda yarışmasıyla ve bu yarışma sonrası ödül (çoğunlukla yemek, haftada bir iletişim) ya da dokunulmazlık kazanmasıyla devam ediyor. İlk dokunulmazlıkta kaybeden takım kendi takımından gitme adayını gizli oyla kağıda yazarak belirliyor, çoğunluk tarafından yazılan isim elenme adayı oluyor. İkinci dokunulmazlığı kaybeden aynı takım olursa bu sefer halk oylamasında ilk ikiye giren yarışmacı, takımından istediği birini elenme adayı yapabiliyor. Halk oylamasında en az oy almış kişi eleniyor. Yarışma ilerledikçe sistem değişiyor, takımdan bireysel sisteme geçiliyor. Takımlar şimdilik ayrı adalarda. Adaların birleşmesi haftaya olduğuna göre bu bireysel sisteme dönüş de yakın olsa gerek.
Bunlar görünür kurallar tabii. İzlenirliği en belirleyen ise karakterlerin reyting piyasasındaki değeri. Bu nedenle, izleyiciyi de yakalayan ve “bir hikayesi olan” yarışmacı (bu çoğunlukla herhangi bir nedenle dışlanan ya da mağdur edilen demek) parkurda da verimli olup takımın ihtiyaç duyduğu bir hale gelirse o saygıyı hak edecek mi, “o fakir ama gururlu genç” naralarını atabilecek mi, çoğunlukla onu bekliyoruz. Hikayenin melodramatikleşmesi, ağlamalar, kucaklaşmalar, gününü göstermeler hep aranan ve beklenen son. Örtük kural: Hikayen kadar varsın, hikayen kadar hayattasın! Yarışmanın kendine ait jargonu ve örtük kuralları da zamanla böyle oluştu zaten. Yarışmacılar, sunucular, yorumcular (evet Survivor’ın ekranda yorumlandığı programlar da var) kadar sosyal medyada yazan izleyiciler tarafından da ilmek ilmek örüldü bu jargon. “Hikayesi olmak”, “aynı yolu yürümek” gibi tabirler, “her oyun yalan ama dokunulmazlık gerçek” gibi mottolar, var kalmanın temel anahtar ifadeleri oluverdiler. Ve tabii “doğru eksilmek”! Çünkü öyle ya, işe yaramayanlar da vadesi dolduğunda potansiyel şampiyonlara engel olmadan usulca başını eğip gitmeli. Tüm bunlar, bildiğimiz malumu, yani adada iktidarın sadece fiziksel değil sosyal bir kabul edilme/kendini kabul ettirme mücadelesi olduğunu ilan ediyor. Peki son birkaç yıldır her siyaset yorumunun çapası “emanet oylar”ın da halk oylamasını değerlendiren yorumcuların dillerine pelesenk olması? Hem Survivor’ın aşırı ciddiye alınarak yorumlandığının ilanı hem de reyting sisteminin duygusal tepkilere oldukça bel bağladığının kanıtı.
Bu nedenle her popüler kültür ürünü gibi iktidar ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinden bağımsız olmayan bir yarışma bu, hep böyle oldu. Realite iddiası nedeniyle çok daha keskin biçimde kendini gösteriyor bu ilişkiler hem de. Eril iktidar üzerinden düşünürsek, rakibe “posta koyan” alfa erkeklerden, agresif ve “negatif reis”lerden (2017 yarışmacısı futbolcu Serhat Akın’a sosyal medyada bu isim takılmıştı) kadınlara yapılan sistematik yıldırma ya da baskıya kadar (İlhan Mansız’ın “Şahikaaa!” ya da “Sabriyee!” çığlıklarını hatırlayan?) sayfalarca malzemeye sahip bu yarışma. Zaman zaman zulüm halini alan bu deneyimlere pabuç bırakmayan kadınlar-erkekler, oylamada intikamını alanlar da oldu tabii. Issız adada ilk haftalarda hemen tesis ediliveren ataerkil düzenin işbirlikçisi kadınlar da sayıca hiç az değildi.
-Bir mevzu var-
Bu yıl bu süreklilikte bir kırılma olduğunu iddia etmek için çok erken belki, ama son bir haftadır bir takımın ada yaşantısında arka planda bir belirip bir kaybolan bir mevzu var. Daha önce hiç gündeme gelmemiş bir şekilde erkek yarışmacılardan biri, adada takımlara verilen ortak erzaktan (pirinç, patates, un, su) erkeklerin daha fazla pay alması ve kadınların daha az yemesi gerektiğini söyledi. Bu kişinin, erzağı paylaştırıp pişiren kadın yarışmacının (yemeği yapan da çoğunlukla kadınlar elbet!) yemeği yapma ve paylaştırma işine karıştığına, giderek daha kaba davrandığına hem tanık olduk hem de kadınların bu konudan rahatsızlığını gördük, röportajlarında açıkça onlardan duyduk.
Bunun üzerine geçtiğimiz hafta 4 kadın 5 erkekten oluşan 9 kişilik takımdaki gruplaşmanın kadın-erkek olarak görünürlüğü netleşti. Sadece bir erkek yarışmacı dokunulmazlıkta bu iki kampa da dâhil olmayacak biçimde oy kullandı (kasıtlı mı değil mi bilinmez) ve oyların 4-4 eşit dağılımıyla erkekler bir kadını, kadınlar da (güçlü ve takıma faydalı bir yarışmacı olsa da) gitme ihtimalini yüksek gördükleri başka bir erkeği aday çıkardı. Sonraki günde yapılan konseyde ise halk oylamasıyla Ezgi birinci çıkınca eleme potasından kurtuldu. Oylamada ilk sıralara yerleşen diğer kadın Aycan da iktidarın en merkezindeki ismi söyleyerek (Mert, bkz erzak kişisi) gitme adaylarına ekledi, kimsenin pek beklemediği biçimde. Bu üç aday arasında Ezgi’nin elenmediği açıklanınca kadınlar el ele tutuştu, gülüştü, hepsi birden. O esnada yanlarında “olur mu böyle şey, n’aptınız siz?!” diye isyan eden erzak-kişisine ise hiç aldırmadılar. 10 yıldır ilk defa SMS sıralamasının ilk ikisinde kadınların yer aldığının özellikle belirtilmesiyle de olsa gerek, adada güç ilişkileri aynı gün tamamen değişmese de bir sarsıldı. Aynı erkekler bu ortak kararı takdir ettiklerini belirtmek ve hatta konseydeki söylenmeleri hakkında kadınlara açıklama yapmak durumunda kaldılar. Bunlar ilk defa adada kadınların (tabii sayısal eşitliğin de katkısıyla-çünkü şu döneme kadar hep en erken kadınlar gönderilirdi) iktidara ortak olmaya başladığının kanıtı.
Ünlüler takımı, en sağda Mert- yani erzak kişisi. Bu fotoğraftan sonra, kadınların aday gösterdiği isimlerden biri elendi. Kaynak: Acun Ilıcalı Instagram hesabı.
Oylamada da destek görmüş kadınlar bu dayanışmaya devam eder mi ya da halk bu dayanışmayı destekler mi izledikçe göreceğiz. Her gün hatta bazen her saat yeni gündemlerin ortaya çıktığı ve yarışmacıların sosyal ilişkilerinde 180 derece çark etmelerine meyilli bu yarışmada dayanışmanın uzun soluklu olmayabileceğini de söylemek gerek. “Tek Survivor tek şampiyon” ideali pekala bu dayanışmayı sessizleştirip soğurabilir. “Kendi hikayeleri” bu ortaklığı baltalayabilir, takım oyunlarında verimli olmazlarsa “doğru eksilme”ye kurban gidebilirler. Bu an, televizyon realite tarihinde potansiyel bir anın yitimi ya da en azından avuntu olarak da kalabilir. Yarışma sisteminin, hatta takımların yakın zamanda tamamen değişecek olması bu akışın değişme ihtimalini yüksek kılıyor. Bir izleyici olarak umudum, bu tür bir dayanışmanın ekranda daha fazla “hayatta kalma” şansı olduğunu görmek.
Survivor’ın tarihi, dediğim gibi, rekabetin erillikle neredeyse eş anlamlı hale geldiği ve eril iktidarın destek gördüğü anlar, yarışmacılar ve olaylarla dolu. Belki alfalardan, kahramanlardan biraz uzaklaştığımız, yan yana gelen ve dayanışabilen kadınların (Aycan-Aşkım-Ezgi-biraz uzaklık sezilse de Elif), bir sütlaç bir bebe bisküvisi için nerdeyse ağlar gibi yalvar yakar olan erkeklerin (Cemal) yılı olur bu yıl, neden olmasın? Şu formatta zor belki ama, “vur kır parçala!” yerine direnen, gülümseyen, el ele güçlü kadınları erkekleri izlesek derin bir nefes almış olmaz mıyız? Temiz hava budur belki.
*Bu yazıyı 5-6-7 Nisan yayınları üzerine yazmıştım, dünkü yayında ise futbol oyununda erkeklerle “erkek gibi futbol oynadığı için” takdir edilen Aycan hakkında –ki kendisi milli futbolcu- televizyonda yapılan bu minvalde yorumlar, Survivor etrafında örülen toplumsal cinsiyet söyleminin tartışmakla bitmek tükenmez olduğu izlenimini bırakıyor.